“İlerlemenin anlayışı, felaketin düşüncesi üzerine inşa edilmiştir. Bu ‘şekilde’ devam etmek felakettir.” Walter Benjamin.
Walter Benjamin, 1940’larda yazdığı “Tarihin Tezleri” adlı eserinde Angelus Novus hakkında özel bir anlam taşıyan bir sembol olarak bahseder. Bu ünlü tablo, 1920’lerde Paul Klee tarafından çizilmiş ve Benjamin’in düşünsel mirasında önemli bir yer tutmuştur. O resimde, bir melek geriye doğru bakarken, yüzü geleceğe dönük olarak tasvir edilmiştir. Acaba bu bakış ne anlama geliyor? Walter’ın bu soruya çok kafa yorduğunu görüyoruz.
Her şeyden önce, insanlar bu ‘geriye bakışı’ Benjamin’in trajik yaşamıyla ilişkilendirebilir. Benjamin özünde bir Yahudi’ydi ve bu yüzden Nazi rejiminden kaçmak zorunda kaldı. Ancak İspanya sınırında intihar ederken umudunu yitirdiğini görüyoruz. Kısa hayatında birçok eser ve çalışma bırakmış ve aydın olarak, eleştirmen olarak büyük bir saygı kazanmıştır.
Benjamin’e göre, tarih ilerlemeden ziyade birikimlerle dolu bir yıkıntı olarak görülmelidir. Angelus Novus, ilerlemenin hayali doğasını ve geleceğe dair tehlikeleri gösterir. Melek, tarihin trajedilerine tanık olurken, kaçınılmaz olarak geleceğe sürüklenir. Bu paradoks, modern çağın temel sorunlarını temsil eder: geçmişi unutmanın tehlikesi ve geçmişten alınan derslerin ilerleme adı altında yok edilmesi.
Angelus Novus’un bu ‘geriye bakışı’ yeni toplumun sanat ve düşünce yoluyla sorgulanmasıdır. Klee’nin tablosu sadece estetik bir eser değil, aynı zamanda derin felsefi ve tarihi anlamlar taşıyan bir semboldür. Ne kadar sanat eserleri ve düşünsel miras zamanla yok olsa da, taşıdıkları mesajlar ve semboller yeni nesiller tarafından yeniden keşfedilip yorumlanabilir ve anlaşılabilir.
Bununla birlikte, bilim ve teknolojide ilerleme kaydedilmiş olsa da, sanat ve kültür yeni formlar oluşturmuş olsa da, insanlık her geçen gün daha fazla akıldan yoksun hale geliyor; insanlar arasındaki ilişkiler ya da toplumsal bağlar her geçen gün daha fazla zayıflıyor. İnanç ve umut yerini boşluğa ve anlamsızlığa bırakıyor; inançsızlık, tahammülsüzlük ve amaçsızlık her yerde. Artık bir şey yapmak ya da bir amaç edinmek anlamsız hale gelmiş. Toplumdaki savaş ve çatışmalar, kişisel savaşların yerini almış. Herkes kendisiyle savaşıyor, ama kimse öğrenmek istemiyor. Ya da öğrenmek istemiyorlar. Bu gerçek her toplumsal alanda kendini gösteriyor; aile içi ilişkilerden aşk ilişkilerine, kültürden politikaya kadar her alanda bu böyledir. Her alanda yıkım öne çıkıyor ve bir nehir gibi akıyor.
Byung Chul Han bu durum için şöyle diyor: “Sadece Tanrı’ya ya da diğer dünyaya değil, gerçekliğe karşı inancın kaybolması, insan hayatını da zaman içinde gecikmeli hale getirdi. Hayat hiçbir zaman bugünkü gibi gecikmeli olmamıştı.” Bu tespit ile, hayatın insanların yaşamında bir huzursuzluk oluşturduğunu görüyoruz. Ancak bu huzursuzluk yeni bir araştırmanın sebebi olamaz. Doğal olarak, bu bir çatışma ve depresyon sebebi olabilir. Bu gerçek, Nietzsche tarafından da dile getirildiği gibi, “Huzurun kaybolması medeniyetimizi yeni bir barbarlığa dönüştürüyor.” Gördüğümüz gibi, toplumsal olaylar çoğunlukla bilim insanları ve aydınlar tarafından dikkate alınıyor. Bu olaylarla başa çıkmak için, yollarda ve rehberlerde tartışmalar yapılmalı, böylece zarar daha az olabilir.
Benjamin’in yüz yıl önce söylediği şeyler, bugün hala geçerlidir. Bu trajedinin dışında kimse yok, ancak çoğu kişi bu gerçeğin dışında kalmayı düşünüyor. İnsan kalbini ve aklını yorarken, gerçekleri görmek daha zorlaşıyor. İnsanlar trajediden empati ve merhamet eksikliğiyle çıkıyor. Yine de insanlar ‘Angelus Novus’un sesini duymak istiyorlar, ama ne yazık ki, o zamanın sesi kaybolmuş durumda.
Sonuç olarak, bizler bu dönemin gerçeklerini istemesek bile; insanlar ne kadar iyi şeyler umut ederlerse, kendilerine bazı iyi şeyler sunarlarsa, yolun sınırına kadar bir insan olma yolunda ilerleyebilirler. Ama umutsuzluk, ölüme doğru bir yolculuktur. Umut var oldukça, yollar ve rehberler de olacaktır.